POYRAZ KARAYEL
Dizi Analizi
Poyrazcım Karayel hakkında hiçbir şey bilmeyen insan sayısı eminim ki çok azdır. Peki o kadar eminsen neden yazıyorsun? Çünkü geçen hafta final verdi kardeşim! Türk televizyonlarının bence gelmiş geçmiş en iyi dizisi, genel düşünce olarak da en iyilerinden biri olan bu harika yapım, geçen hafta ekranlara veda etti ve ben o günden beri hayatın anlamını sorguluyorum. Şimdi gelelim izlememiş olan ancak içinde bir izleme isteğinin kıvılcımını taşıyan sevgili okuyucularıma şöööyle bir bahsetmeye:
Öncelikle dizimiz, sevgili Poyraz Karayel'ciğimizin bir göreviyle başlıyor. Bu görevi ne yalan söyleyeyim, tam hatırlamıyorum. Ancak; görev, Poyrazcım Karayel'in bir kızı kurtarmaya çalışması - başarılı olması - nedeniyle başarısızlığa uğruyor ve suçluların da kaçmasıyla, geriye kalan tek şey, amirine parayı ve adamları kaybetmesi sebebiyle hesap vermeye mecbur kalan Poyrazcım oluyor. Ancak olan olmuş, yapılacak bir şey yok.
Dünyalar tatlısı Sinancığımız işte bu sarı kafa |
Poyrazcım kayınpederine gidip dünyalar tatlısı oğlu Sinancığımızı alıyor, her zaman yaptığı ve yapacağı gibi, kayınpederinin sinirlerini bozup evine gidiyor. Bu sırada öğreniyoruz ki, Sinancığımızın annesi İsviçre'de (?) alkol tedavisi görüyormuş :(
Her neyse bu süper ikili evlerine gidip film izlemeye başlıyorlar ve tabii ki de mutluluklarının baltalanması gerektiği için kapı çalıyor -,- ve polisler geliyor. Poyrazcığımın rüşvet aldığı iddiasıyla arama yapıyorlar ve evde para buluyorlar. Sonuç olarak Ahmet Poyraz Karayel suçlu bulunarak hapse gönderiliyor ve oğluşunun velayetini de kayınpederi olacak Allah'ın cezası Ünsal'a kaptırıyor. Kaptırmak güzel bir tabir olmadı ama durum bu. Aradan zaman geçiyor, Poyraz bey hapisten çıkıyor, ancak evlat hasreti katlanılacak gibi değil. Oğluşuyla planlar kuruyor veee Sinan'ı kaçırmaya karar veriyor.
Yine hüsraaağn |
Ancaaaak, bu araya bir de başka birinin yani sevgili Ayşegül'ün hikayesini de sıkıştırmalıyım, çünkü burada hikayeleri birleşecek.
Şöyle ki, İstanbul'un babası, herkesin saygı duyduğu, karşısındakini korkudan titreten, yanındaki adamlarının ve Sema hanımın delicesine sevdiği, uyuşturucudan kaybettiği oğlu nedeniyle asla ama asla uyuşturucu işine girmeyen mafya babası Bahri'nin kızı olan bu hanımefendi, babasını annesi ve kardeşinin ölümünden sorumlu tuttuğu gerekçesiyle babasıyla yıllardır görüşmemiş başarılı bir kalp doktoru arkadaşımız. Son çalıştığı yerden de İstanbul'dan biraz uzaklaşmak istediği için istifa eden Ayşegül, aynı gün kardeşinin mezarına gidiyor ancak babasının verdiği mevlüte gitmemeye kararlı. Çocukluk arkadaşı ve babasının avukatı olan Sema hanım çağırsa bile gitmiyor inatçı kadın. Sonrasında atlıyor bir taksiye ve iki buçuk senedir hiç unutmadığımız o sahne geliyor:
İnatçılığını az buçuk anlatmış olduğum Ayşegül hanım, Hepsi manyak bunların lafına kızıp, arabadan inmiyor. E inmiyor da ne oluyor? Tabii ki başına dert alıyor. Sinancığımın kaçırılmasına birinci dereceden tanık oluyor ve polislerin Poyrazcım Karayel'in etrafını sarmasıyla da karakolda bu tanıklığı kullanıyor. Karakola teşrif eden çok sevgili dedelerim Sefer ve Zülfikar
Ayşegül hanımı oradan alıp, onun ricası üzerine Poyraz'ı serbest bıraktırıyor. Ancak Bahri'nin evine gitmesi şartıyla. Gidiyor, babasına atarlanıyor. Olaylar olaylar... Bölüm sonu Bahri Umman beyciğim silahlı saldırıya uğruyor ve Poyraz onu kurtarıyor, sonrasında da eski amirinin isteğiyle ve senin görevinden üst kademelerden biri haberdar ve mesleğe geri döneceksin demesiyle mafyayı içerden çökertmek üzere mafyaya giriyor. İlk bölüm hatırladığım genel hatlarıyla bu ve anlatabileceğim, fragman niteliğinde spoiler kaynayan genel özet bu kadar. Ancak sakın diziyi benim anlatımım kadar vasat zannetmeyin, yanılırsınız. Songül'üyle Sadrettin'iyle, Taşkafa'sıyla Albay'ıyla anlatabileceğimden çok daha iyisi.
İyi iyi olmasına ama bitti işte. Zafer'le Neşet'le, Adil Topal'la MuAdil Topal'la, Meltem'le Savaş'la, Eda'yla Mümtaz'la olabilecek en iyi şekilde iki buçuk sene geçirdik. Hayatımda ilk kez mutluluktan bu diziyi izlerken ağladım mesela, final bölümünde kalbimin kırıkları hissedilir olmuştu. Ağladım, güldüm, 82 bölüm bitene kadar evde sıkıyönetim ilan edilmiş gibi izledim. Ama Ethem bey bitirdi! Ciğerimi söke söke bitirdi! Ayşegül'ü, gözümüzün nurunu, öldürüp bitirdi! Bahri'nin yüreğine indirip bitirdi! Poyraz'ı akıl hastanesine kapatıp bitirdi! Sema'yı Sefer'i öldüreli zaten çok olmuştu. Ama bunca şeye rağmen kıvrak zekası ve müthiş kalpsizliğiyle (afedersiniz Ethem bey ama o finale bu sıfat yakışır) muhteşem bir yapıt ortaya çıkardı. Senaristine ayrı, yönetmenine ve yapımcılarına ayrı, oyuncularına ayrı teşekkür eder yüreğinize oturması için bu resmi de buraya bırakır giderim:
Kalp kıran birkaç sahneyi buracığa bıraktım aramızdaki bana benzeyen mazoşistler için.
Sizce de biraz kısa bir analiz değil mi ? Daha çok yorumu hakeden bir dizi gibi gelmişti okurken
YanıtlaSilHaklısın, zaten ben de o yüzden "benim anlatımım kadar vasat sanmayın" dedim. Zira böyle, benim dilim döndüğünce anlatıp bitireceğim gibi bir dizi değildi. Her şeyi söylemeden ama asıl noktalara da şöylece değinerek bu kadar anlatabildim. Ancak yorumun için teşekkürler, daha sonraki yazılarımda daha dikkatli davranacağım. ��
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
SilBen teşekkür ederim dikkate aldığın için beni, anlatımın gayet güzel daha sonraki yazılarını merakla bekliyor olacağım
Sil