28 Ocak 2017 Cumartesi

MARY POPPINS-GÖKTEN İNEN MELEK

MARY POPPINS-GÖKTEN İNEN MELEK

 Film Analizi



Analizlere bir filmle devam etmek istiyorum. Bir süredir birtakım sebeplerden ötürü izlemeyi düşündüğüm bir film olan Mary Poppins. 1964 yapımı bir müzikal film. Hani şu kafamızda kalıplaşmış Hint filmleri vardır ya, durup dururken dans ederler falan, burada da durup durup şarkı söylüyorlar. Dönemin teknolojik yetersizliği sebebiyle bazı kısımları oldukça komik görünse de aslında günümüzde yapılan ve tüm olayı vıcık vıcık aşk olan birçok yapımdan daha kaliteli olduğunu düşünüyorum.


Gelelim şirin mi şirin ana karakterimize; Mary Poppins. Halıdan yapılma çantasına dünyaları sığdıran Mary. Parmak şıklatarak oda toplayan, tüm canlıların, neredeyse hepsinin, sevdiği; şemsiyesiyle uçan Mary Poppins. Birkaç defa yazdım evet ama Allah aşkına çok şirin bi' isim değil mi: Poppins, Poppins... Akşama kadar kadının adını söylemek istiyorum



 Filmin geneli hakkında bilgi vermem gerekirse, şöyle kısa bir özet geçeyim:
  Olay sevgili Mary Poppins ve Banks ailesinin çevresinde gelişiyor. Dört aylık bir sürede altıncı dadılarını da kaçıran kardeşler Jane ve Michael için yeni bir bakıcı bulma görevini ailenin babası Mr. Banks üstlenmek ister. Olabildiğince ciddi ve sıkıcı bir ilan hazırlayıp bunu Times’da yayınlatan Mr. Banks ertesi gün adayları beklerken, sert bir Doğu rüzgarı eserek tüm adayları oradan uzaklaştırır. Ancak bu sert Doğu rüzgarı tam da çocukların istediği gibi pembe yanaklı, oyun oynamayı seven, cana yakın bir bakıcıyı getirir: Mary Poppins namıdiğer Gökten İnen Melek. Mary Poppins içi dışından büyük çantası, şirin mi şirin çiçekli şapkası, tuhaf kelimeleri ve şarkılarıyla çocukların yeni bakıcısı olur. Biraz daha ayrıntıya aşağıda ineceğim ki izlemek isteyenler spoiler yememiş olsun.

ŞİMDİDEN OKUMAKTA SAKINCA GÖRMEYENLER BURAYA GEÇSİN LÜTFEN


Eve geldiği gibi çocukların kalbini çalan pembe yanaklı Mary, 
halıdan yapılma çantasıyla odaya çıkar ve birtakım efsunlu hareketler sergilemeye başlar. Parmağını birkaç kez şıklatıp ahırdan beter bir odayı çiçek gibi yapmak gibi. Ya da billur sesiyle şarkılar söylemek tabiri caizse şakımak gibi. Sonrasında çocukları alıp parka götürürken sokakta değişik işlerle meşgul olan yakın arkadaşı Bert’e rastlar. O esnada kaldırım taşlarına tebeşirle sanat eserleri işleyen Bert ise çocukların aklına bir fikir sokar; resimlerin içine girmek. Mary Poppins ise çocukları da yakın dostunu da kırmayıp onları resmin içine götürür. Gittiği her yerde sevilen Mary’yi Bert’in tebeşirinden çıkan çizgi filmimsi dünyada da çok severler. E film müzikal bir film olduğu için de birkaç eğlenceli şarkı ve palyaçodan hallice danslarla renklendirilmiş birkaç dakika var haliyle. Sonrasında yağan yağmur boyayı akıttığı için resimden çıkmak zorunda kalan kahramanlarımız da evlerine gider. Çocuklara ıslandıkları için ilaç içiren Mary hanımın ilaçlara aromalar verebildiğini tam burada görüyoruz. Ayrıca resmin içinde geçen zamandan akıllarımızda ve çocukların da akıllarında en çok kalan kısım da şüphesiz “Olağanüstügüzelfevkalademsi” kısmı. Orijinal adını merak eden olursa o da “Supercalifragilisticexpialidocious”. Ben hatrı sayılır bir süre denesem de telaffuz edemedim ama bir deneyin bence.




Sonrasında gülmekten uçmak mı ararsınız, orada çay partisi yapmak mı, bacalarda koşturup dans etmeler mi...





Çılgın Mary Poppins’in yaptığı şeylerin içindeki en üzücü şey kesinlikle rüzgar yön değiştirdiğinde gitmek. Ama iyi yönünden bakarsak çocukların disiplin hastası, maneviyata önem vermeyen, sinir bozucu suratsız babalarını “Supercalifragilisticexpialidocious” diye sokaklarda bağıran, çocuklarıyla uçurtma uçuran güler yüzlü bir melaikeye çevirdi. Mesela burada bankadaki müdürüyle birlikte çocukcağızdaki iki peniye göz diktiğini görüyorsunuz:



Burada da çocuklar kadar şen bir şekilde uçurtma uçurmaya giderken görüyorsunuz:



  Atladığım birçok ayrıntı pek tabii var ancak genel özet budur arkadaş!

Benim filmle ilgili görüşüm ise başta da söylediğim gibi o zamanki 
teknolojik yokluğa rağmen günümüzde yapılan birçok filmden daha güzel, eğlenceli ve kaliteli olduğudur. Belki mükemmel efektler yok, çizgi filmle karıştırılmış belki, ama çoluk çocukla da, anne babayla da izlenebilecek oldukça keyifli ve kesinlikle güzel bir filmde müstehcen sahnelerin olması gerekmediğini gösteren bir film. Ben izlerken gerek Mary Poppins’çiğimin, gerek çocukların gerek de Ellen’ın tatlılığıyla büyülendim. Ayrıca Bert de oldukça eğlenceli bir karakterdi.


Aşağıya izlerken değişik sebeplerden mütevellit keyif aldığım sahnelerden birkaç kesit bırakıyorum:



Resmin içerisindeki sevimli ancak pek de gerçekçi olmayan hayvanların olduğu bu sahne:





Doğu rüzgarının "uzaklaştırdığı" bakıcı adayları



Resmin içindeki pek yardımsever tosbağaların olan bu sahne:



Sevgili Poppins hanımın içi dışından büyük çantasından eşyalar çıkarışı:


Şapka askısı

Ya da bir bitki




,
Ve benim favorim olan Supercalifragilisticexpialidocious yani Olağanüstügüzelfevkalademsi sahnesi



Sahnenin veya denemek isterseniz sözlü videonun linkini buraya bırakıyorum.

Bir sonrakine kadar "Kendimmce Analiz"lerden bu kadar.
Kitapsız, filmsiz, dizisiz, aslında sanatsız kalmayın
Sevgilerle...

25 Ocak 2017 Çarşamba

BATMAN

BATMAN

Batman Film Analizi


Genel bir takıntının ve üşengeçliğin sonucu olarak popüler kültürün dayattığı şeyleri yapmamaya alışmıştım ki, birtakım filmleri izlememek veya kitapları okumamak suretiyle uzaylı muamelesi görmeye başlayınca sınırlarımı  birazcık düzenlemeye karar verdim. BATMAN filmlerini izlemeye bu yüzden başladım ve bir de analiz yapmak istedim:

Çoğunuzun tahmin edebileceği üzere Nolan’ın üçlemesiyle başladım. Gelelim konuyla ilgili düşüncelerime;



Şöyle ki ilk filmin başları beni bi’ miktar sıktı. Ne yalan söyleyeyim tam da takip edemedim. Ancak ilerleyen sahneler beni tam anlamıyla içine çekti. Filmin başlarında göz ucuyla bakıp oyun oynayan ben bir anda kendimi filmin içinde gibi hissettim. Özellikle bilim-kurgu ve fantastik türden inanılmaz derecede hoşlanan ve bir o kadar keyif alan biri olarak, kostüm ve aracın yapılış aşamaları beni benden aldı. Tamam belki de hepsini anlayamadım ama ne olmuş yani? Filmin sonunda Gordon’un kimliğini dahi bilmeden Batman’e  güvenmesi beni mutlu etse de, polislerin Batman’i sevmemesi beni delirtti. Adam sizin yapamadığınızı yapmış ne istiyorsunuz yahu!

İkinci filme gelirsek, Joker’e hasta olduğumu kabul etmeliyim. Özellikle de Batman ciddiyetten ölürken onun espriler yapması ve umursamazlığı mükemmeldi. İlk göründüğü sahne ve ‘Hayır ben otobüs şoförünü öldüreceğim’ kısmı “AMAN TANRIIĞM” dememe yetti ne yalan söyleyeyim. Filmin ilerleyen sahnelerinde önceden bildiğim hikayesi –yaralarından bahsedişi-  beni bi’ miktar üzdü. Ancak film boyunca en çok takıldığım olay Rachel Dawes’tu. Birinci filmde başka biri oynadığı halde aynı karakteri ikinci filmde başkasının oynaması hiç hoş değildi bence. O ne öyle çift kişilikli gibi?? Ayrıca tam bunu kabullenmişken kızcağızın beklenmedik ölümü ve çiçek gibi bir adamın hayatının dağılışı da beni dağıttı. Bu da yetmez gibi Batman’in Batman’likten çıkışı da “HOAYDAA” dedirtti.

Üçüncü filmde Batman’in Batman olarak bu kadar az görünmesi ne kadar doğruydu bilmiyorum ama film genel hatlarıyla gayet güzeldi. Bruce Wayne’ciğimizin servetini kaybedişi üzdü, hayata dönmesi mutlu etti, ufak tefek şeyler ufak tefek başka hisler yaşattı ancak, Miranda’nın Miranda olmayışı, Bane’in beklediğimiz kişi olmayışı kadar şoke ediciydi. Kedi Kadın’ın cesareti ve becerisi kendine hayran bırakırken ihaneti aynı şeyi hissettirmedi tabii. Ancak ‘bomba’ kesinlikle sonda Batman’in öldüğü(!) kısımdı. Bruce için bir cenaze töreni, lanet Gotham halkının bir türlü sevemediği Batman adına bir anıtı alkışlayışı ağzım açık izlediğim ancak bir yandan da ‘ÖLMEDİ Kİ ÖLMEDİ Kİ’ dediğim sahnelerdi. Ve nihayet Alfred’ciğimizin bir zamanlar her sene yaptığı gibi bir kafeye gözleri Bruce’cuğunu araya araya gidişi ama bu kez buluşu BİLİYDİM’ dememe fazlasıyla yetti. Bu filmde gelen ve oldukça sevdiğim sonradan dedektifliğe terfi eden polis memurumuz John Blake namıdeğer Robin, Batman’in gizli sığınağına gider gitmez film bitti. Evin içinde çığlık atmak istedim: ‘BU NE BÖYLE KARDEŞİM’ , evet belki biraz bağırmış ve tuhaf bakışlara maruz kalmış olabilirim. Ama gerçekten bu şekilde biten bir film beni neden delirtmesin ki? Nolan’ın adı üstünde “üçlemesi” bu şekilde az önce bitti. Bir yandan ‘işte popüler kültürün dayattıklarını izlememem için bir sebep daha’ derken bir yandan da ikinci filmin mükemmelliğinden dolayı pişman olamıyorum ama böyle bitmemeliydi. Diğer filmler bunlarla bağlantılı mı bilmiyorum ama şimdilik izlediğim bu üç filmle ilgili düşüncelerim tam olarak bunlar. Tamam, tamam tam olarak değil, biraz atladım ama genel olarak bunlar.


Bir sonrakine kadar “Kendimmce Analiz”lerden bu kadar.
Kitapsız, filmsiz, dizisiz, aslında sanatsız kalmayın
Sevgilerle…

16 Ocak 2017 Pazartesi

KİMLİĞİ KİRLETİLMİŞLER MABEDİ

KİMLİĞİ KİRLETİLMİŞLER MABEDİ

Kitap İncelemesi

Koray Yersüren'in ikinci kitabı olan Kimliği Kirletilmişler Mabedi ile blog macerama başlamak istiyorum. 
Yazar; kitabını, ilk kitabı Gözlük'te yaptığı gibi hikaye yazma ve paylaşma platformu Wattpad üzerinden yazmaya başladı ve Ephesus Yayınları aracılığıyla kitaplaştırdı. İlk kitabında ağır basan komedi unsurunu bu kitabında bulmak oldukça zor oldu. Şimdi dilerseniz çok da fazla ayrıntıya inmeden kitabın içeriği hakkında bilgi vermeye başlayayım.


Kitap, önceki kitabın sonlarında Gözlük'e de dahil olan Atakan adındaki ana karakter etrafında şekilleniyor. Atakan, gözleri görmeyen genç bir adam ve hayatın renklerinden mahrum kalmanın da etkisiyle depresyonun kollarından çok da fazla kurtulamıyor. İki tarafın da aklından dahi geçmezken yolları Hiç Kimse ile kesişiyor. Kendi hayat mücadelelerinde mağlup olduğunu düşünen genç bir adam ile oldukça zeki ve genç bir kadının hikayeleri şaşırtıcı yollardan birbirlerine kördüğümle bağlanıyor.









ŞİMDİDEN UYARAYIM AYRINTILARLA DOLU SPOİLER ALANINA GİRİYORSUNUZ

Hayatın renklerinden bihaber bu genç adamın en çok istediği şey bir radyo yayını yapabilmek. Hiç Kimse'nin tek isteği ise ölmek. 

Aslında "ölmekti". Ta ki rastgele çevirdiği numaraya birkaç söz söyleyip intihar etmeyi planladığı gece, telefonu Atakan açana kadar. Atakan'ın onu yaşamaya ikna etmesinin ardından kendi işleri ve tek arkadaşının problemleri ile ilgilenmeye dönen Hiç Kimse dalgınlığı neticesinde yaşadığı yerin bilgilerini hiç bilmemesi gereken birine verdi. Sonrasında ise şantajlarla, bir şirketi ve sahibini batırması istendi. İtiraz etmeye çalışsa da, değer verdiği tek insanı kurtarmak için işi kabul etti. Söylenilen eve sızdı ve bilgisayar üzerinde adeta sihirler yaparak işlerine başladı. Ancak bitirmek oldukça zorlu ve üzücü olacaktı çünkü hayatını karartması gereken adam, Atakan'ın babasıydı. Şimdiye dek umursadığı insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen Hiç Kimse, Atakan'ı incitmekten çok korkuyordu. Ancak başka çaresi olmadığı da aşikardı. 

Bunların yanında, sürekli olarak geçmişinden nefret eden ve onu araştırmaktan tamamen kaçınan Hiç Kimse, o evde bir mektup buldu, eski bir mektup. Onun da geçmişini aydınlatan mektup. Okuduktan sonra öğrendi ki, babası olacak adam, Atakan'ın da babası olan adam, yıllar önce annesini karnında kendisiyle bırakıp giden, doğumdan birkaç gün sonra da kendisini kaçıran ve bakımını üstlenmeyi dahi reddeden alçağın tekiydi. Üstelik bu adam, annesini intiharın kollarına atmıştı. Atakan'ın geleceğini garantileyen Hazal, namı değer Hiç Kimse, ne babası demekten bile tiksindiği adama, ne onun sonraki eşine, ne de evin çalışanlarına acıdı. 

İlk olarak adamın aldatıldığını öğrenmesini sağladı, sonra evin çalışanı ile aldatıldığını. En son darbeyi de adamın kirli işlerini haber kanallarının hepsine gönderip, kaçmasını da engelleyerek vurdu. Hayatında tanıdığı neredeyse herkesten ayrı kalan Atakan'ı da teselli etmek ona düştü ve mabedine gittiler, radyo yayını yapılacak malzemenin bulunduğu müştemilata. Bilgisayar becerileri ile, radyo frekanslarıyla oynayarak tüm kanallarda Atakan'ın sesinin duyulmasını sağladı. Tam her şeyin yoluna gireceğini düşünürken, ona bu işi veren Yağmur Adam gelip ona gidemeyeceğini söylemeye başladı ve bir silah çıkardı. Tam o sırada Atakan'ın az sayıdaki arkadaşlarından en kıymetlisi, mabedinde tanıştığı Evrim, mabede girdi. Bir boğuşmanın orta yerinde silah patladı.

Biliyorum merak uyandırıcı ancak yapabileceğim hiçbir şey yok, çünkü çok sevgili Koray beyciğim bu şekilde, evet tam da böyle bir noktada kitabı bitirmeyi hatta ve hatta ikinci bir KKM kitabı yazmamayı uygun görmüş.
Ancak, şöyle bir durum söz konusu ki; yukarıda da yazdığım gibi Atakan son sayfalarda Gözlük kitabına dahil olmuştu. Gözlük 2: Lacivert Pazartesi adında bir kitap yazdığını bildiğimiz Koray, bu olayları oraya bağlayacak. Yani bağlamalı.

Bitirmeden söylemeliyim ki, bölüm başlarına not düştüğü 
şarkılarla okunduğunda etkileyiciliği kat kat artan bu güzide kitap, yazarın edebiyata hakimliğiyle çok daha güzel bir hale geliyor.


Blogumda yazdığım ilk analizin, çok sevdiğim Koray'ın (imza günündeki iki dakika haricinde bizzat tanışmadığımızı üzülerek belirteyim) kitabı olmasından mutluluk duyduğumu söyleyip sizi daha da sıkmadan yazıyı bitireyim.

Bir sonrakine kadar "Kendimmce Analiz"lerden bu kadar.
Kitapsız, filmsiz, dizisiz, aslında sanatsız kalmayın
Sevgilerle...